31 Aralık 2009 Perşembe

Herkese harika bir yıl diliyoruz!!


Karayipler de saat 19:30, İstanbul yeni yıla çoktan girdi. Harika bir dolunay var sahilde, yeni yıla bir şişe şampanya ve aydede eşliğinde, ayaklarımıza dalgalar vururken gireceğiz. Herkese harika bir yıl diliyoruz. 2010'dan ve gelecek tüm yıllardan isteyin, her şeyi isteyin. Aklınızdaki, hayal ettiğiniz her şeyi. Bizde işe yaradı, sizde neden yaramasın ki.

sevgiler,

19 Aralık 2009 Cumartesi

Merida’da kafayı yiyen hava durumu

16 Aralık -20 Aralık 2009

Bir aydır yağmur yüzü görmemiş ve makul sıcağın tadını çıkarak bünyemiz Merida’da ne yazık ki tuhaf hava şartları ile karşılaşmak durumunda kaldı. Sabah 6 gibi geleceğimizi düşündüğümüz terminale 5 te gelince bir saat kadar terminalde oyalanıp internetten kalacak bir yerler baktık, altı gibi çıkarak, bir süre anlamsızca dünyanın en kolay şehrinde-sokaklar birbirlerini dik ve paralel kesiyor ve sokak isimleri 2,4, 6 ve 1,3,5 olarak artıyor- kaybolduktan sonra pansiyonumuzu bulduk, gerekli pazarlıklar yapıldıktan sonra 2 kişi 200 pesoya (16 dolar) banyolu ve kahvaltılı odamıza yerleştik, buraya kadar her şey pek güzeldi. Duşlar yapıldı, 5 gün kalacak olmanın verdiği rehavet ile çanta boşaltıldı ve dışarı çıkıldı.

Merida’da havalar tamamıyla delirmiş durumda!

O da ne, nem ve boğucu bir sıcak. Çok sıcak, ardından şıpır yağmur, ardından çok yağmur. Gayet yazlık kostümlerle dışarı çıkıp donumuza kadar ıslandığımızı gayet rahatlıkla söyleyebilirim.

Merida Yucatan eyaletinin başkenti ve aynı zamanda da en büyük şehri. Yaklaşık 1 milyon kişinin yaşadığı şehirde ilk bakışta pek bir şey yok gibi görülüyor, her ne kadar çok organize çalışan Yucatan belediyesi dergileri, ilanları ve diğer bilumum baslı malzemeleri ile tersini göstermeye çalışsa da.

Ancak şehrin çevresinde gezilecek bir sürü Maya kenti var, bizim niyetimiz ise sadece Chichen Itza’ya gitmek, şehirde yaymak, enerji depolamak ve en önemlisi Merida’da her hafta sonu Cumartesi akşam 19’da başlayıp Pazar akşam 9’a kadar süren şenliklerde dans etmek, milleti izlemek, yemek, içmek ve tekrar içmek. Fiestanın ve Chichen Itza'nın detayları çoook yakında bu adreste.

Zorlu bir yolun ardından Palenque


15 Aralık 2009
Kötü otobüs yolculukları yapıyoruz, ama her birisinin kendine özgü komik ve eğlenceli tarafları da oluyor, Palenque yolculuğu bu yolculukların tepe noktası oldu diyebilirim. Dışarıdan bakışta gayet minübüs görünümlü bir araçla Flores’ten Meksika sınırı Bethel’e doğru yola çıktık. Sabah henüz 5:00, Plan 12 gibi Palenque varmak, derhal bir otobas bileti edinmek, çantaları otobüs civarına bırakmak ve Palenque Antik şehrine gitmek. Sınıra kadar giden yolun tamamen toprak olması nedeniyle minübüsümüz saatte 15 km falan gibi bir hızla gidiyor.

Guatemala, kayıp güzellik, çılgın bir doğa, yalınayak çocuklar, darmadağınık evler, domuzlar, tavuğun her evresi, yol boyu eşlikçimiz. Guatemala’ya bu yol boyu bir kere daha hayran oluyorum ve en az 20 kere daha üzülüyorum bu ülke ve iyi niyetli insanları için.

Sınırda pasaportlarımız ve yanında 5’şer dolareslerimizi sayın Guatemalalı gümrük memuru abiye verdikten sonra, yolumuzun geri kalanına botla devam edeceğimiz söyleniyor. Olar, biniyoruz uzun ince tahta kayığımıza, bu kez kıçtan takmalı motoru olması sebebiyle biraz daha hızlıyız. Nehrin manzarası nefis, tanzuyla birbirimizi dürte dürte varıyoruz Meksika tarafına. Nehrin diğer yanı artık Meksika, minübüsler bile değişiyor, koltuklar rahat, air condition var ama şöförler sevimsiz, nerde o Guatemalalı komik abiler.
Gümrük memuru amigo gene bizim pasaportları algılamakta zorluk çekiyor, eviriyor, çeviriyor, sonunda bir takım kağıtlar eşliğinde geri tutuşturuyor, kağıtlar doldurulup gerekli onayı alıyoruz, yola devam. 10 dakika geçti geçmedi başka bir amigo durduruyor, 15 peso istiyor kelle başı, biz kek turistlerden, antik bir yol içinden geçiyormuşuz, kanatlarımız olmadığı için ödüyoruz mecburen, minibüsteki Meksikalılar bittabi ki ödemiyorlar.

Bir iki asker araması derken nihayet 2 gibi Palenque’deyiz ve dünyanın en hızlı sırt çantalı çifti de biz olmalıyız. Alis’in tavşanı içimden kaçmışcasına önce otobüs durağına varılıyor, bileti al, çantayı ver, sandviç al ve nihayet Palenque giden bir minibüsün içinden, elimde sandviçimle sırıtıyorum.

Palenque’de de aynı nakarat önce antik kentin yolu için bir miktar pesos, sonra da kente giriş için bir miktar daha. (önce 25 sonra 51 pesos)
Palenque yaratan Mayalar, diğerlerinin tanrıları olmalı, Tikal’de cangıla aşık olan ben bu defa kente aşık oluyorum. Bu yol boyu bakalım ne kadar çok mavi boncuk dağıtacağım. Palenque bir mimari şaheserler bütünü, piramitlerin içlerine kadar gezebilme özgürlüğünün sunulmuş olmasının da bunda büyük bir etkisi olduğu kesin. Burada da arka planda orman var, ancak eserler bir bütün olarak ormanın hemen yanı başında duruyor ve ulaşmak için ormanın içinden geçilmesi gerekmiyor. Bir kaç parça ağaçlar arasında gizli o kadar.

Gezi boyunca, arka fonda aşırı yüksek desibelden maymun çığlıkları, bu gürültüye bu adamlar herhalde çiftleşiyorlar diye düşündük, rehber amigolardan biri küçük ama çok gürültücüdürler diye olaya açıklı getirdi, gerçi aynı amigo çekik kızları gezdirdiği için tapınağın alınlığındaki figürü de bu da Buda diye anlatıyordu, aynı oturma şekline sahip figürü Chichen Itza’da da gördük pek Budist bir tarafı yoktu ya neyse-

İrili ufaklı tapınaklar arasında koşuşturmayla geçen iki buçuk saatin sonunda(antik kent 16:45’te kapanıyordu ve ben herrr şeyi görmek istiyordum) yorgun ama ağzı kulaklarında yolcular olarak otobüsümüzü beklemek üzere Palengue şehrine geri döndük.

Kısaca Flores

14 Aralık 2009

Flores, Tikal’e varmak için durakladığımız göl kıyısında kurulmuş minicik bir şehir, sizi dinlendirmek dışında pek bir numarası olmasa da, göle nazır oturup bir şeyler yemek ve eşliğinde illaki bir şeyler içmek için bir hayli ideal, hatta o kadar ideal ki ertesi sabaha Palenque gitmek üzere aldığımız bileti değiştirsek mi acaba şeklinde şeytanca dürttü bile bizi, ama planımıza sadık kalarak, Flores’i de hafızamızda bizi mutlu kılan şehirlerden birisi olarak hapsettik.

Tikal'e doğru...

14 Aralık 2009
Antigua’dan sonra planımız ülkenin kuzeyine doğru ilerleyerek Tikal ve beraberinde paket olarak verdikleri Flores’i görmek olduğundan (Tikal’e ulaşım sadece Flores’ten yapılmakta) Antigua’da öncelikli işimiz bizi hedefimize ulaştıracak bileti edinmek oldu. Birkaç farklı acente gezip kendimizce en ucuz bileti edinmiş olsak da, Guatemala City’deki asıl acentaya varınca makul miktarlarda komisyon ödemiş olduğumuz ortaya çıktı. Ancak bizim otobüs yeterli yolcu sayısına ulaşamayıp bir önceki lüks otobüste ekstra yer kalmasından ötürü şirket bizi de ilk otobüse alınca bu komisyon farkı da kendiliğinden yok olmuş oldu. Gezinin başından beri böyle bir şans açıklığına sahibiz, neyse ki de aradaki savurganlıklar bir şekilde kendi kendilerini yok ediyorlar.

Guatemala City’den akşam 9 da kalkan araç, sabah 6 gibi Flores’e vardı. Guetemala ve diğer tüm otobüsler hakkında daha ayrıntılı bilgileri ekstra bir otobüs başlığı altında anlatmak istediğimden bu kısmı es geçip, derhal Tikal’e geçiyorum.

Cangılın çığlığı, Tikal!

Guatemala’nın en önemli Maya kenti olan Tikal, uzun yıllar boyunca orman tarafından kamufle edilip bilinmezliğini koruduktan sonra keşfediliyor ve sayın arkeologlar- bu gezi süresince rehberler arkeologlardan hep bu şekilde bahsediyordu, acaba işime geri mi dönüp orta Amerika da bir kazıya mı katılsam diye düşünmedim değil- tarafından hakkındaki gizli efsaneler açığa çıkarılmaya başlıyor. Tüm tarihi bilgi internet ortamında mevcut olduğundan bu kısma pek girmeyeceğim. Bknz

Antik dünyalar arasında hızlı bir program yapmış olduğumuzdan -şöyle ki Antigua’dan-gece otobüsü ile sabah Tikal, Tikal’i ziyaret, Tikal’den sabahın körü otobüsü ile öğlen Palenque, Palenque ziyaret, Palenque’den gece otobüsü ile sabah Merida’ya varış ve yayış şeklinde- Tikal’de gün doğumunu izleyemedik.

Tikal için iki öneri var, gün doğumuna gidin ve rehber alın, biz ikisini de yapmadık. Sonuçtan da son derece memnunuz. Cangılın ortasında bir şehirden söz ediyorum, hangi saatte giderseniz gidin, sabahın erken saatleri çok daha iyi tabii ki, ormanın çığlığı size eşlik ediyor, ağaçların altında güneşi görmeden yürüyorsunuz, zaman zaman biraz ürkütücü olsa da tuhaf bir deneyim, ormanın bir parçası olmak gibi, orda doğmuş hep orda yaşamış, her nefes alıp verişiniz de ormandan bir parça da sizinle nefes alır gibi. Hışırdayan yapraklar ve yerlere saçılmış meyvemsi şeyler maymunların izi. Başınızı yukarı kaldırıp gözlerinizi hışırdayan noktaya sabitledikten birkaç saniye sonra işte bir maymun, sonra bir tane daha, çok hızlılar, o dalda yok diğerinde, şimdi öbürüne geçti. Eveeett, maymunlu fotoğraflar flu çıkmış.

Piramitler ve diğer Maya yapıları için de söylenecek pek çok şey var belki ancak benim için Tikal önce ormanın içinde, tam kalbinde olduğumu hissetmek, doğanın bu kadar yakınında olmanın verdiği mutluluk oldu.

Tikal’i gördüğümüz diğer Maya kentlerinden ayıran, bu kadar gizemli ve sizi şehrin bir parçası haline getiren nokta, bunu Teothicuan, Palenque ve Chichen Itza’yı da gezmiş biri olarak söylüyorum, ormanın bu kendi halinde derbeder bırakılmış hali. Bir de ziyaretçiler için getirmiş oldukları kolaylıklar ama bunu yaparken kenti kapitalizmin avucuna bırakmayışları. Şöyle açıklayayım, tapınaklar var, gerçekten inanılmaz yüksekler ve bu tapınaklara tırmanabilmeniz için hemen tapınağa bitişik tahta merdivenler yapılmış böylece ne yapıya zarar veriyorsunuz ne de büyüleyici manzaradan uzak kalıyorsunuz. Satıcılar var ama şehrin dışında, içeride dikkatinizi dağıtacak ekstra hiçbir şey yok, taşlar, hayvanlar, ağaçlar ve siz.

Küçük ama feci ısırgan bir karınca tarafından ısırılmış ve parmağım uzunca bir süre zonklamış olsa da Tikal, kelimelerle ifade edemeyeceğim kadar etkileyici, gidilesi ve görülesi bir yer.

16 Aralık 2009 Çarşamba

Anti-Guatemela, Antigua


Nefis Meksika mercadolarını bırakıp, sınırdan usul usul 7 saatlik yolculuktan sonra Guatemela topraklarına ayak basmayı başardık. Yolun yarattığı sinirsel shuttlemsal ve bitmek bilmeyen meçhula giden yol, ilk başta Guatemela’ya gıcık kapmamıza yol açmıştı.

İlk durağımız bodrumsal lagun beldemiz Panajachel gastronomi adına internasyonal olarak çeşitli ülkelerden oluşan restoranlarıyla bir misyon yüklenmiş ve fakat aynı doğrultuda lezzetten payını alamamıştı international olarak. İlk geceyi Arjantinli hostel arkadaşlarımız ile Oaxaca’dan edindiğimiz brandy eşliğinde bilgi paylaşımılı geçirdik.

Ertesi gün Panajachel’den kaçarcasına bir bota atlayıp, üç cennet günü geçireceğimiz Jaibalito’ya demir attık. Muhteşem doğasının yanında avrupasever kokoş otelimizde, oteli 15 yıl önce sahiplenmiş ve hassas ellerini hergün neutrogenau kremi ile ovalayıp leziz yemekler yaratan Norveçli abi eşliğinde hem gözümüzü hem gönlümüzü hem de mideleri doyurduk. Fusion mutfağın yanı sıra ilk olarak Guatemela kahvesi deneyimledik (hem de efil efil kokusu eşliğinde). Üç gün sonunda jungleda kısılmaktan bıkarak, bir sonraki durağımız olan Antigua’ya ulaşmak için Panajachel’e bot eşliğinde Atitlan gölü üzerinden süzüldük.

Sandığımızın aksine Panajachel ilk gün göründüğünden farklı olarak bu ikinci sefer duraklamamızda kakao ve çikolatası ile fethetti gönlümüzü. Öğlen saatlerinde bir güzel taco yiyip, Guatemela has birası olan Gallo biralarımızı da sizler için bir güzel içtik…(tabi hava sıcak hararet ne de olsa).

Bir sonraki durağımız olan Antigua’ya varılması için bir 7 saat daha gerekliliğinden-arada verilen chici durağından ötürü, yoksa yol 3 saatcik- sabahın 8’inde shuttleladık. İlk önce Chichicastanengo pazarında umduğumuzu bulamayıp, aç olarak Antigua minibüsümüze bindirildik. Kadıköy Bostancı arasındaki 3 saatlik minibüs yolculuğumuz akşam saatlerinde Antigua’da sonlandı.

Gelelim bu Guatemela’nın Avrupamsı, hiçte Guatemela olmayan küçük şirin kentine… Gördüklerimiz bizim olsun, yediğimiz içtiğimiz de bizim olsun Antigua’da…

Nefis sabah kahvaltıları; Guatemala kahvesi, enfes omletimiz, tacolara sürmeye kıyamadığımız yağımız, krema ve fasülye ezmemiz ve yerel meyvelerimiz daha ne isteriz?

Akşam dövme yaptırmış olmaktan çok mutlu olarak ilk görüşte yuh be Antigua dedirten Kore lokantasında adını söyleyemeyeceğim ama resimden sizlerin şıp diye anlayacağınız 50 quetzal (8 quetzal=1 dolares) ederindeki ucuz ve fakat çok lezzetli yemeğimizi yedik. (sizler için tabii).

Uzun metnin kısası Antigua, nefis Guetamala kahvesine doyacağınız, çeşitli lezzetler tadacağınız, her köşesi ile sizi şaşırtan, gece yaşantılı pırıl pırıl bir şehir…

Eee ne demişler bir fincan Guatemela kahvesinin 6 aylık yolculuğumuzda hatırı var… Darısı başınıza.

Kazananı açıklıyoruz...

Öncelikle değerli katkılarından ötürü tüm katılımcılarımıza teşekkürlerimizi sunuyoruz. Aşağıda fotoğrafını göreceğiniz üzere,

tam olarak doğruyu yansıtmasa da sonuca en yaklaşan yarışmacımız Nokta Çelik oluyor. Alkışlar burada Nokta için. Kendisine Yucatan'dan bir sürpriz getireceğiz.
Diğer katılımcılara da taliplisi olursa guney amerika da rotamız üzerinde istedikleri bir noktadan kart atabiliriz. Adresinizi polente at gmail'e gönderebilirsiniz

Bu arada Tansu'yu kıskanıp ben de 1 sağ ve 1 sol ayak bileğime olmak üzere 2 adet dövme kondurdum. Onlar da şu aşağıdakiler oluyor.


Bu arada Antigua resimlerini sonunda Flickr'a yüklüyoruz. Sırada Tikal ve Palenque yazıları + fotoları var. Bir de Tansu'dan Guatemala Gurme

14 Aralık 2009 Pazartesi

Günün Sorusu


Yukarıdaki fotoğrafta Tanzunun elinde neden siyah bir eldiven var? Cevabı bilen şanslı yarışmacılarımıza Güney Amerika'dan yerel bir zımbırtı getireceğiz.

Latin Amerika’nın kesik damarlarından müzik fışkırıyor


10-13 Aralık 2009
3 gündür Antigua’dayız, epi topu Göztepe kadar bir yer, bütün şehir Arnavut kaldırımlı, buradan anladığımız Antigua büyük şehir belediyesi pek çalışkan değil, kendini parke taşları kaldırıp asfalt döşemeye adamamış.

Şehrin ortasında büyük bir park var, kendisine Zocalo diyebiliriz, gerçi Guetemala halkı central park olarak adlandırıyor, üstelik ABD’lilerden nefret ederkene. Sokaklar birbirlerini dik ve paralel olarak kestiklerinden şehirde kaybolmak na mümkün. İllaki biri diğerine bağlanıyor isimleri de 1. Cadde, 2 cadde olarak artıyor toplamda da 8 adetler, anlayın siz şehrin büyüklüğünü. Rengarenk binalar, şıkır kafe ve barlar, geleneksel el sanatı satan dükkanlar, dükkanlar ve dükkanlar, aralarda yıkılmış kiliseler. Kısaca Antigua diyebiliriz. Kiliseleri gezmedik bu sefer, yola çıktık çıkalı o kadar çok kilise gördük ki, yıkık olanları da görmeyeverelim diye eledik.

Genelde İspanyolca ders almak için gelinen bir yer burası, biz de niyetlenmiş olmamıza rağmen hem zamansal nedenlerden hem de ders çalışma isteksizliğimizden vazgeçtik, kafa göz yara yara anlaşıyoruz nasıl olsa.

Geldiğimizden beri her akşam bir konser ve bitimsiz havai fişek gösterisi vuku bulmakta, ilk gece sabaha kadar süren kaynağını keşfedemediğimiz, ancak tekdüze ritmi nedeniyle bir süre sonra delirium efekti yaratan bir şeyler çalıyordu, ikinci gece yakınlardaki yıkık kiliselerden birinin bahçesinde öğrencilerden kurulu olduğunu düşündüğümüz senfoni orkestrası, pek havalı klasik gitarcı bir abi ile ortak konser vermekteydi, -konserden yolda gördüğüm smokinli insanlardan şüphelenmem sonucu haberdar olduk- dün gece ise ana meydanda Guatemala senfoni orkestrası devlet balesi ile ortak bir atraksiyon içindeydi, daha enteresanı ise yerlisi yabancısı herkes büyük bir klasik müzik fanıymışcasına huşu içerisinde konserleri izliyordu.

Burada vuku bulan bir diğer eğlenceli aktivite ise San Cristobal’den hatırlayacağınız Guadalupe adına düzenlenen şenliklerin bir ayağı olarak gerçekleşen çocuk aktivitesi. Muhtemelen Guatemalalılar buna daha dini bir isim veriyorlardır ama bence gayet 23 Nisan simülasyonu gibiydi. Ufaklıklar, genelde büyüklerin giydiği yerli kostümleri giydirilmiş, erkeklere bıyıklar ve sakallar çizilmiş, kızlar saçlar yapılı bir şekilde Guadalupe adına adanan kiliseye geliyorlar ve kilisenin içerisinde Guadalupe’nin heykeli altında bir takım faaliyetlerde bulunduktan sonra şenlik alanına salınıyorlar. Ebeveyn baskısı hak getire, aman koşma, düşersin yapma etme yok, bütün veletler ellerinde balonlar bir o tarafa bir bu tarafa koşup duruyorlardı. Şenlik alanının alameti farikası ise arka fonda Guadalupe’nin kocaman bir fotoğrafının olduğu, önde bebek İsa, Meryem ve koyun kardeşlerin heykelinin yer aldığı, yerlerin çam iğneleri ile döşendiği ve içine çocukları konulup fotoğraf çektirdikleri minik sunaklar. Bu sunaklardan en az 15 tane var, hepside epey iyi iş yapıyor.

Tabi buralara kadar gelip gurmesel aktivitelere girmemezlik etmedik hele ki Guatemala kahvesi varken, fekat her zaman olduğu üzere gurme kısmını Tanzucan yazacaklar.

Bu arada Bloggerdan kaynaklanan saçma bir durumu düzeltmek amacıyla yukarıdaki blogger tarafından verilen tarihten azade olarak her yazının üzerinde reel- bizim gerçekten o bölgede bulunduğumuz- tarihi yazacağım, ek bilgi olarak iletmek istedim.

Ara nağme

Yolda olmak ve bir kente bakmak hayata nasıl baktığınla ilgiliymiş, ben burada bunu bir kez daha öğrendim. Eğlenmeyi ya da söylenmeyi seçiyorsun. Sokaklar kalabalık, yollar dar, arabalar eski, satıcı çok ve çocuk olanları pek yapışkan, listeyi uzatmak ya da üzerine çentik atıp, şehrin parke taşlarını sevmek, çocukların eşit olmayan bir dünyada büyümek zorunda olduklarını hatırlamak, insan sesleri ile yankılanan meydanlarda kalabalığı seyredip gülümsemek de tamamen bizim elimizde.

Yola çıkıp bir tercih yapıyoruz, hayata bakıp bir tercih yaptığımız gibi.

12 Aralık 2009 Cumartesi

Chicicastanengo'da perşembe pazarı


Chicicastanengo’da verdik kendimizi alışverişe demek isterdim ancak nafile. Orta Amerikanın en büyük yerli pazarı olan kısa adı ile Chici pazarı, Perşembe ve Pazar günleri kuruluyor, gecelemek için pek sevimli bir yöre olmadığından ideali bulunduğunuz yerden bir turla kendisine ulaşmak, birkaç saat dolanıp yoğun pazarlıkla yöresel bir şeyler almak ve geri dönmek. Biz Panajachel’den Antigua’ya doğru giderken kendilerine uğradık. Böylece sevgili sırt çantalarımızda minibüs de uslu uslu bizi bekledi. Son bir aydır Tanzuucum ne beğense olmaz Chicicastanengo’dan alıcaz, en güzel ve ucuzları ordaymış diye çocuğa baskı yapıyordum, bu pazara tamamen hazırdık, ancak beklentimizin pek altında çıktı. Epi topu 3 ya da 4 sokak, birbirinin aynısı ürünler -ürünler yerel olunca tabi, bir Salı pazarı zenginliği beklemek anlamsız- ve turist fiyatları -gerçi siz daha yok der demez fiyat indirmeye ve biraz direnirseniz istediğiniz fiyattan satmaya razı oluyorlar- ama bu kadar hızlı bir düşüş olunca insan kendini sürekli kazıklanıyormuş gibi hissediyor.
O kadar gitmişken biz de, gelecek günlerdeki fotoğraflarda üzerimizde göreceğiniz etek, pantolon ve müzik aletinden oluşan zengin alışverişimizi gerçekleştirdik. Artık önümüzdeki pazarlara bakacağız, bir tane de Ekvator’da varmış çılgın bir Pazar şimdi ona hazırlanıyorum.

8 Aralık 2009 Salı

Atitlan Gölü’nde kayak yaptık!


Jaibatlo, Atitlan gölü kıyısındaki birkaç yerleşimden biri, diğerlerine ulaşmak için ya tekne ya da keçi yolunu kullanmak gerekiyor. Dün akşamki Utah’lı abilerin önerisi ile bugün yandaki koya doğru ufak bir trekking yapıp orda da dağlara nazır kayak yapmaya karar verdik. Harika bir göl arkasında dağ, arada bir takım birbirinden güzel ev manzaraları eşliğinde yarım saatlik yoldan sonra Isla Verde adında yogacan bir otelde hedefimize ulaşıyoruz. (Buralarda yoga da pek modaymış)

İşte göl, işte kayak, işte kürekler, ne tarafa çekince nereye dönüyordu, düz niye gitmiyor, neden sürekli kendi etrafımızda ufak daireler çiziyoruz? Bu kayak denen şey hiçte dışarıdan göründüğü kadar kolay değilmiş. En iyisi kumandayı Tanzu’ya bırakıp gölün tadını çıkarmak, o da kürek çeksin diyerek yayıyorum iyice. Böylesi çok pratikmiş, hehe

Bu gecede Vulcano Lodge’da enerji depoladıktan sonra yarın sabah Antigua’ya gidiyoruz, görüşmek üzere.

Vulcano Lodge ya da yoksa cennette miyim?


Dünyanın bir ucunda, dağın yamacında etrafında birkaç barakamsı yapıdan başka bir şey olmayan bir yerdeyiz. Kendimize ait bir banyomuz var-3 hafta sonra ilk kez- atıyoruz kendimizi sonsuz sıcak suyun içinde haşlanmaya, ohh su gibisi yok gerçekten.

Burada her yer yeşil, yeşilin her tonu, dev kaktüsler, muz ağaçları, süs narenciye ağaçları, birbirini takip eden ne olduklarını anlamadığımız kuş sesleri ve otelin kurt köpeği pampa. Norveçli bir çift 15 yıl önce gelip, o zaman nasıl olduğunu tahmin etmekte zorlandığımız yere yavaş yavaş bir cennet inşa etmişler. Vulcano Lodge’un kapısından girdikten sonra görüntüye uymayan her şey dışarıda kalıyor. Artık cangılın tam göbeğindeyiz, oraya buraya, ufak evcikler serpiştirilmiş. Her evin terası, terasta hamağı, sallanan sandalyesi, küçük koltukları ve masası var. Kocaman odalar, sade ama Guetemalalı renkli bir dekorasyon. Banyo duvarına boydan boya Atitlan gölü resmedilmiş. Gözü yoran hiçbir şey yok, sade ve bir o kadar güzel. Otelin sevimli sahibesi bir şişe su ile bize odamızı gösteriyor. İçme suyumuz var, sıcak duş var daha ne olsun. Eyooo hadi buraya yerleşelim.

Otelde görünen kimse yok bir tek biz varız gibi, en internet çeken yere yayılıp leziz ötesi kahvelerimizle günün tadını çıkarmaya başlıyoruz, sonra otelin ikramı limonatalar geliyor.

Vulcano Lodge’da her şey ev yapımı, bütün sebze ve diğer her şey bu cangılda organik olarak üretiliyor, dolayısı ile yediğimiz ve yiyeceğimiz her şey daha bir leziz olacak.

Akşam yemeğinde total sayı 5, 2 si biz, diğer 3 ü ise buranın daimi ziyaretçileri ABD’li bir grup. Hemen kaynaşarak durmayan bir kahkaha furyası eşliğinde uzun zamandır yediğimiz en lezzetli yemeği yiyoruz, mmm, her şey leziz, öyle leziz ki, şimdiden yarınki akşam yemeğini bekliyorum. ABD’liler Utah’tan ve hemen gölün kıyısında kendilerine ev-restoran kılıklı bir şeyler yapıyorlar, gidip yerinde inceleyeceğiz..

Burası o kadar güzel ki, acaba tatilin geri kalanını da burada mı geçirsek?