1 Şubat 2010 Pazartesi

Geç de olsa bir Kolombiya kahvesinin hatırı var…

Öncelikle Kolombiya gurmenin bu kadar gecikmesinden dolayı özür dileyip, meraklılarına Kolombiya tatlarının selamlarını söyleyip başlayalım çalakaşık gurmemize…

Kolombiya denilince akla gelen iki şey; kahve ve kokain olsa gerek. Biz daha ilk adımımızla kahveleri höpürdetmeye başladık. Kahveni n efsanesinin ciddiliği ve koyuluğu tam yerinde ve demindeydi. Kahve fanatikleri için ben yine de Guatemala kahvesini öneririm. Kokain bulamadığımız için bu deneyimden bahsetmenin manasızlığını takiben (zaten aramadık), restoranlarında çok vakit geçirmediğimiz Bogota’nın, marketinden etinden ve sütünden faydalandığımızı belirtmek isterim.

Market alışverişi sırasında karşılaştığımız ve bununla yetinmeyip haşır ve de neşir olduğumuz tropik meyvelere gelince; guanabana, mamoncillo, uchuva, feijoa, maracuya, tomate de arbol, borojo ve tamarindo rafta gördüklerimizden bazıları… Acıkan ve guruldaması durmayan midelerimizi susturmak için aşina olduğumuz papaya ve bir takım etsel ekmeksel Türksel (operatör değil!) alışverişimizi yapıp, marketten koşarak uzaklaştık.


Bir gece Bogotalı arkadaşlarımız ile gittiğimiz devası restoranda Kolombiya cevichesi deneyip şeker patatesini biralarımıza katık ettik. Bu nefis gecede yemek kadar sunumun önemini bir kez daha anımsamış olduk (hiçbir detay sıradan değildi, şişede gelen biraların üzerine kağıttan kalpler iliştirilmişti).
O güzel gecenin sabahı, Bogotalı ev sahiplerimizin ailesinin güzel evinde yerel bir Kolombiya kahvaltısı yaptık. Kahvaltıda buralıların her sabah tükettiği ekmekli çorba (paparaya benzer) ve ardından santafereno adındaki nefis sıcak çikolata ile midelerimizi onurlandırdık. Kahvaltı hezeyanı bahçeye sıçrayıp evin annesinin bize ikram ettiği karışık meyveli asitli ve votkalı içki ile doruğa ulaştı.


Kolombiya’daki ikinci durağımız olan Cali şehrinde ise sevgili Kolombiyalı hemşerilerimizin bayramsal ve tatilsel aktivitesi yüzünden boş Cali sokaklarında rastladığımız ilk restoranda Churrasco (barbekümsel et ve patates kızartması) deneyimledik.

Bir sonraki durağımız olan Popayan’a ulaşmanın verdiği haklı gurur ve guruldayan midelerimizle yerleştiğimiz hostelin karşısındaki küçük lokantada, lezzeti mekandan çok daha büyük balık çorbası ile paellaya benzer karides ve deniz hububatlı arrozumuzu(pilavın spanikçesi) afiyetle yedik. Üzerine el yapımı limonatalarımızı yudumladık.

Her gün papaz pilav yemez prensibi ile bütçeden kısarak kendimizi sokak yemekçilerine verdik. Tahmin edeceğiniz üzere burada da başka bir şenliğe denk gelip, türlü sokak hububatını deneyimledik. Bunlardan en cazibelisi bir salatalık büyüklüğündeki sosis barbeküsü ve bundan sonra patates cipsinin tahtına geçecek olan ham muz cipsi idi…

Ekvatorda buluşmak ve acıkmak dileği ile yemeksiz ve aşksız kalmayın…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder