28 Kasım 2009 Cumartesi

NYC; devasa şehre devam…


Tıkırdamadan ve güneşli bir güne kalkılan iki sabahtan sonra kapalı bir sabah ile karşılıyoruz üçüncü günümüzü. Biraz rehavet biraz da dev şehri adım adım dolaşmanın verdiği yorgunlukla geç çıkıyoruz artık evimiz sayılan Queens’ten. Kapalı bulutlu havada hiç de hoş olmayan bu şehirde metroya ulaşmak için otobüs kullanmayı seçiyoruz bu defa. Attan in eşeğe bin şeklinde devam edeceğiz sanırım bugün zira bulutlar fevkalade gri. Metroya inip sınırsız ve sinirsiz kartımı slip ediyorum ve fakat turnike carttttttt yarıda kalıyor karım karşıda ben diğer yakada kalıyoruz. Tekrar slip edelim niyeti ile slipliyorum ama çok kibar makine ‘used’ ibaresi ile gıcık bir sinyal gönderiyor gözlerime. Ne yapacağız Mr. Ulan makine? Bir sonraki kullanım için 18 dakika kadar beklenmeli diyor karşıdan karıcım bitanem. Sınırsız ve sinirsiz turnikede de bi Amerikalı görevlinin kulu yok. 18 dakikalık metro hapishane parmaklıklarının arasında cezamı çektikten sonra tahliye oluyorum sınırsız ama bu kez sinirli…
Neyse yolda bu gibi enstanteneler gelecek başımıza diyerek günün planını yapıyoruz metro vagonunda. Madem gün bulutlu o zaman müze yapalım diyerek hızla metroluyoruz Midtown’a.
İlk durak Grand Central. Şu filmlerdeki mafya heşaplaşmalarının yapıldığı, insanların başka şehirlere çufçufladığı büyük istasyon… Foto görevimizi deklanşörledikten sonra centralin sıcak klimatize ortamından da faydalanmak sureti ile tükkan dolaşıyoruz.
Şehrin altında dolaşmaktan bayılıp ahmak ıslatan yağmura doğru merdivenleri çıkıyoruz. Hedef MOMA… Uptowna çıktığımız yerde NYC kütüphanesinin olduğunun farkına varıp biraz da bu mermer kaplı büyük binayı dolaşıyoruz parmak uçlarımızda…İnsanlar çok sessiz çok huzurlu okuyorlar bu tarihi bi o kadar okuma dürtüsü uyandıran salonlarda. Biz okumaya değil gezmeye geldik, kendimize ’çok okuyan mı yoksa çok gezen mi bilir?’ sorusunu sorarak dışarı çıkıyoruz.
Hava hala tükürmekte ve bize ahmak demekte iken kültürlenmek ve ahmaklıktan kurtulmak için MOMA’ya koşturmaca yürüyoruz. MOMA bulunuyor bilet ediliniyor. Bu bilet hem MOMA hem de şehri yüksekten gözleyeceğimiz Rockefeller Center’deki ‘top of the rock’ girişimizi içeriyor. İçerik 30 dolar. MOMA vestiyerine yönelip kamburlarımızı bırakıyoruz kibar abiye.. Bu arada bir detay; şehirde dolaşırken arada bir yol bulmak için haritaya bakıp durakladığımızda, Amerikalı teyzeler amcalar yanımıza gelip yolu mu kaybettiniz? Nereye gideceksiniz? Gibi kibar sorularını sorup bizi çook şaşırtıyorlar, zira Amerika uçak biletimize rehberlik hizmeti dahil değil. Bu duruma çok şaşırıp önceleri deli olduklarını düşündüğümüz nazik Amerikan vatandaşlardan özür diliyoruz…
Neyse vestiyer çantalarımızı alıyor ama içindeki bilgisayar ve fotoçekimsel aygıtımızı vesmiyor, biz gezerken onlara bir şey olmasın diye yanımıza vestiyor. İçeri adımladığımızda Tim Burton sergisine dair ucibik balon heykel ile selamlaşıyoruz. Tim Burton amca biz Meksika’ya uçarken gelecekmiş MOMA’ya. Biz de kendisini çok ayıplayarak modern sanata buluyoruz kendimizi. Picasso ve Gogh amcalar tavaf ediliyor. Monet, Klimt, Miro ve daha nice eli öpülesi amcalar ile momalaşıyoruz. Bir Amerikan rüyası günü daha sonlandırıyoruz…
Ertesi sabah güneşli güneşli uyanıp aynı yolları izleyerek geçiyoruz Manhattan’a. İstikamet Downtown ileri. Greenwich’in güzel sokaklarını dolaşıyoruz. Burası Manhattan’ın en güzel yeri diyoruz karıcımla. Güzel bir kafede – adı Joe (meraklısına)- kahvelendikten sonra çıkışta kapının önünde oturan Amerikan polisiye dizisinde oynayan bir oyuncuyu fark ediyoruz. Burası oyuncular, öğrenciler ve Midtown’da koşuşturmayı sevmeyen Amerikalıların mekanı. Karıcım birtanem Sex and the City dizisindeki sokağı bulmak istediğini söyleyince birkaç taban eskitip sözü geçen sokağı ve ünlü evi buluyoruz. Çok fazla ziyaretçisi olduğunu ve çook yasak olduğunu kapıdaki amcadan anlıyoruz. Kaçak foto çekip uzaklaşıyoruz. Dolaşmaktan acıkan bünyemize Greenwich’in en dolaşılası yerinde bir Tayland lokantasında çok ucuza nefis bir tay yemeği sokuyoruz, çook mutluyuz…
Akşama doğru şehri yukarıdan göreceğimiz Rockefeller’e gidip bayaaaaaaaa yukarı çıkıp çok nazik Amerikalı görevliler eşliğinde muazzam şehir manzarasına doyuyoruz ve tabiki fotoluyoruz NYC’yi şipşak olarak. Aşağı inmek istemeye istemeye inip yukarıya Uptown’a metrolayıp Metropolitan müzesine giriyoruz yan kapıdan. Cebimizdeki en küçük doları verip aşağıdan yukarıya hızlı bir tur atıyoruz, zira biraz geç kalmışız. Yine de çok hoşnut kalıyoruz. Akşam geçici ev sahibimizle yemek yemek için eve doğru dönüyoruz. Kaldığımız yere iki metro durağı kala inip sözleştiğimiz restoranı buluyoruz. Lynn ile yemek yiyip aynı şeylerden konuşmayıp geceyi sonlandırıyoruz.
Dev kentte son sabahımız. Lynn bir önceki akşam bize söz verdiği pan cakeleri öğlen yemeği niyetine yapıyor. Çok sevmediğimiz pan cakelerden sonra Brooklyn gezisi için evden çıkıyoruz. Brooklyn’i gezip ünlü Brooklyn köprüsünden geçiyoruz. Köprüden geçene kadar ayıya dayıdan başka birçok kelime söyleyecek kadar yürüyüp fotolu anılı sonlandırıyoruz köprüyü. Bu son günümüzde çok yürümeyelim yeter artık dedikten sonra son kez Midtown’ı dolaşıp Midtown ile vedalaşıyoruz. Uptown çok üzülür dedikten sonra son müze görevimizi gerçekleştirmek üzere Guggenheim müzesine, akıllanmış olan biz küçük Özel ailesi, otobüs ile gidiyoruz. Yine çok hızlı müze turundan sonra bu koca kente son kez veda ediyoruz...
Geçici evimize ve geçici ev sahibimize son kez dönüyoruz aynı metro ve otobüs vasıtası ile. Size de elveda metro ve otobüs abi. Eve döndüğümüzde Lynn sabah havaalanına gideceğimiz taksiyi ayarladığını bildirip cumartesi rahatlamasına çıkıyor friend dedikleriyle. Devasa şehir çok büyük ve çok yorucu gelmiş olmalı ki, vücudum tavır koyuyor ve al sana ateş diyerek çanta toplamada biricik karıcığımı tek başına bırakmama sebep oluyor. Bitanem hem çanta toplayıp hem de ateşimi düşürüyor. Çok teşekkür ve çok özürler karıcım, derken uyuya kalıyorum. Sabah uçak için saat 4 30’u gösterirken uyanıyoruz ve aaaaaaaaa ateş gitmiş. Çoook sevinip çok vedalaşıp sabahın körü taksisi ile gidiyoruz Meksika uçağımıza….

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder