20 Şubat 2010 Cumartesi

Titicaca ve çevre iller


11-14 Şubat 2010
Her gün bir yerden diğerine doğru ilerlerken ara sıra yazma eylemi tavsıyor ister istemez, oysaki en başından beri niyetimiz gördüğümüz her yere dair kısa ya da uzun illaki birkaç kelam etmek. Dolayısı ile gecikmiş bir yazı ile daha karşı karşıyasınız.

Deniz aslanları, Nazca’daki ne idüğü belirsiz çizgiler derken bir kez daha uzun bir otobüs yolculuğu yaparak, ancak bu sefer son derece uygar koşullarda bir yolculukla Peru’daki son durağımız Puno’ya vardık. Puno ilk bakışta çirkin bir yerleşim, otobüsün camından görünen manzara bitmemiş onlarca ev. Kırmızı tuğlalar var gerisi yok. Puno’nun çirkinliği, yanı başında uzandığı Titicaca Gölü’nün güzelliği ile tezat oluşturuyor.

Titicaca, dünyanın en yüksek taşıma yapılabilen gölü, Peru ve Bolivya arasında sınır görevi görüyor ve buraya gelmemizin nedeni de kendisinin ev sahipliği yaptığı birkaç adayı ziyaret edip, Bolivya’ya doğru yola devam etmek.

İlk gün öğle saatlerinde ulaştığımız Puno’da öncelikli hedefimiz, en ideal ada turunu bulmak. 3 farklı ada turu opsiyonu mevcut.
1) Yarım günlük Uros Ada turu -Islas flontantes-
2) Uros + Taquila adasını görebildiğiniz tam günlük tur
3) 2 gün bir gece, Peru kısmında kalan 3 adayı da görebildiğiniz -Uros, Taquila, Amantani- tur-bu turda bir gece Amantani'de yerli aile yanında konaklama gerekiyor.
Biz bir gün önceden süregelen cırcır münasebeti ile gece kalmasız tam günlük tura yazılıyoruz.

Adaların en meşhuru Aymara yerlilerinin yaşadıkları yüzen adalar olarak adlandırılan Uros Adaları, Urosları Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde meşhur edense Coşkun Aral ve Haberci, belki hatırlayanınız çıkar.

Uroslu Aymaralar; Titicaca üzerinde yüzen adalarda yaşıyorlar, daha doğrusu bir zamanlar yaşıyorlarmış, şimdi sadece turist eyliyorlar, adada yaşayan kalmamış, gündüzleri turist turuna gelip, akşamları Punoya geri dönüyorlar.
Adalar, gölde yetişen ve sazlığa benzeyen totora adlı bir bitkinin üzerine inşa ediliyor, ama bu bitki milleti çok uzun süreli bir hayata sahip olmadığından düzenli aralıklarla yenilenmesi gerekmekte, bu da bir sürü iş demek. İnşa edilen adanın başıboş bir şekilde gölün üzerinde salınmaması içinde dört bir yanından göle bağlanıyor, bir nevi göle demir atma olarak tabir edebileceğimiz bir işlem.

Adada yürürken düz bir satıh yok, hafif dalgalı ve bastıkça ayağın içine göçtüğü bir durum hakim ama dikkatinizi çekerim Tanzoo’cum tamamen sorunsuz ve full dengede tamamladı ada turunu. Bu adada, adanın yerlileri önce size kısaca bu ada nasıl inşa edilmiş gibi bilgileri sunuyor ardından da, her biri kendine 3-5 turist seçerek, içlerinde TV’nin dahi olduğu doğal evlerini gezdiriyor. Ardından her turist kendisine evini gösteren yerlinin tezgâhına yönlendirilerek kıvır zıvır alması teşvik ediliyor. Alışveriş faslından sonra, adaların kendi aralarında ulaşımını sağlayan totoradan yapılan kayıklarla mini Titicaca turu var, bu işlem ekstra ücrete tabi ve turistik aktivitenin doruk noktasını oluşturmakta, zira yerli teyzeler siz kayığa binmezden önce sizi, önce Aymara dilinde ardından da İspanyolca, İngilizce ve Almanca şarkılarla uğurluyorlar.

Tekne dolusu turist olarak her türlü turistik aktiviteye dahil olduktan sonra ikinci adaya doğru yola çıkılıyor, yola çıkılıyor çıkılmasına da varmak o kadar kolay değil, tekneler genel olarak eski ve bir hayli yavaşlar-Bolivya’ya geçince Peru’ya yavaş dediğimize bir parça pişman olmadık değil- gayet yakın görünen adaya varmak yaklaşık 3 saat sürüyor, sonrasında öğle yemeğinin yenileceği eve varmak içinde bir hayli tırmanmak gerekse de manzara nefes kesici, tabii takriben 4000 metrelere tırmanıldığı için mecazi olmayan manada da nefes kesilmeleri yaşayan ben bu noktada sigara içmediğime bir kere daha pek memnun oldum, zira önümdeki İrlandalı amca 15 dakikanın sonunda nerdeyse mora döndü.

Bu adadaki yerliler bizim Amazonlardan tanıdığımız Quechualar, kendilerinin yemek öncesinde minik bir dans şovu oluyor, ben de olaya bir şekilde dahil olup bir süre karşılıklı hoplayıp zıplıyoruz. Yemeğin ardından köyün diğer tarafına park eden teknemize ulaşmak amacıyla köyün tepelerinden yaklaşık 2 kmlik bir yol yürüyoruz. Bu yolunda son derece turistler için inşa edildiği belli, satıh yürümeye son derece müsait, hiçbir falso yok. Yol boyu eşlik eden manzara içinse ne desem boş. Bulutlar gölün içinde, tarımsal arazi setler şeklinde göle kadar uzanıyor, arada bir iki ufaklık koşarak geçiyor. Mucizevi.

Yolun sonu bir üç saat daha ağır aksak tekne yolculuğu, yarın Puno’dan Copacabana’ya geçiyoruz. Titicaca’nın Bolivya ayağına.

Bolivya’dan Titicaca


Puno’dan Copacabana’ya 3 saatlik bir yolculukla geçiliyor, sınır kontrolleri de bu süreye dahil, Bolivya sınırı şimdiye kadarki en sorunsuz sınır geçişimiz. Amigo bu pasaport nerenin isim nerede yazıyor gibi soruları dahi sormadan basıveriyorlar giriş damgasını.

Copacabana tam bir backpacker şehri, her yerde bar ve cafelerin olduğu minicik bir yer, Puno’nun aksine göle nazır bir hostelde kalabilme, sahilde yemek yiyebilme, sahilde yürüyebilme gibi imkanları da beraberinde sunduğundan Puno’dan daha fazla sevdik kendisini. Ve evet, Bolivya çok daha ucuz Peru’dan. Göle nazır banyolu ve kahvaltı dahil odamıza yolun başından beri verdiğimiz en ucuz meblağayı (iki kişi 10 dolar)ödeyip yerleştikten sonra bu sefer Titicaca’nın diğer adalarını keşfedecek turu aramaya başladık.
Sahildeki amcalar gidiş geliş 3 dolara tur satışını gerçekleştirdikten sonra günün kalan kısmı, sahil kenarında yaymak, mini meydanda dolanmak ve ana kilise önünde yerli halkın arabalarının kazasız belasız yol alması için gerçekleştirdikleri araba yıkama süsleme-gelin arabası modunda süslü araçlar, şampanya ve bira ile çılgınca yıkanıyorlar-aktivitelerini izleyerek geçiyor.

Sabah, adalara varmak üzere Bolivya model teknemize yerleşiyoruz. Puno’dakilere eski diyen ben çok utanıyorum, zira bu teknemsi şey saatte 3 km hızla falan gidiyor ve içerisinde koltuk yerine süper bitişik nizam rahatsız sandalyeler mevcut. Yeni bir 3 saatin sonunda, yüzsek aynı vakitte geleceğimiz adaya varılıyor. Güneş Adası. İnka Medeniyeti, güneş tanrısının bu adadan doğduğuna inandığı için ada İnkalar açısından büyük önem taşımakta. Geçtiğimiz yıllarda Ay adasına da gidiliyormuş, bu ada da adından anlaşılacağı üzere ayın doğduğu ada olarak kabul edilmekte ancak turistler tarafından pek rağbet görmeyince vazgeçilmiş, teknelerin hızlarından neden rağbet görmediğini anlamak zor değil.

Adaya giden iki tur mevcut. İlk alternatif yarım günlük tur ile adanın güney tarafına gitmek, diğeri ise kuzeyden başlayıp güneye kadar devam eden tam günlük tura katılmak. Biz buralara kadar geldik tam gün olsun diyerek kuzeyden başlıyoruz keşfe. Keşif öncesi adaya ayakbastı parası alıp yanınıza bir rehber amca veriyorlar, amcanın yabancı dili İspanyolca olduğundan bizim için kendisi pek bir şey ifade etmiyor. 50 dakikalık bir tırmanma sonucu güneşin doğduğuna inanılan ve pumaya benzettikleri kayaya varıyoruz. Kaya daha ziyade bizdeki “bak bak aynı Atatürk’e benziyor, gördün mü” denilen kayalar benzerliğinde.

Aynı yerde güneş tanrı adına yapılan mini bir tapınağı gezip, Machu Picchu’yu vuran sele bir kere daha küfrettikten sonra, güneye tekne ile dönmek yerine adanın tepesinden güneye doğru yürümeye karar veriyoruz.

7kmcik yol canım noolcek şeklinde başlayıp, 2,5 saat sonunda pestil kıvamında güney kıyısına vardığımız orijinal İnka yolu, peeh İnkalar gibi olduk hissi yaratışı ve dört bir yanından kalp çarpıntısı yaratan manzarası ile gönlümüzde özel bir yer ediniveriyor. Yavaş ötesi teknemiz, geri dönüş yolunda çakma Uros adasına uğruyor, adanın sahte oluşu ve sırf bir parça fazla döviz için inşa edildiği o kadar belli ki tekneden inmiyoruz bile.

Bu akşam Titicaca’yı terk ederek La Paz’a doğru yola çıkıyoruz, yarın La Paz’da karnaval zamanı, bakalım ne olacak.

3 yorum:

  1. Merhabalar, Copacabana'da hangi hostelde kaldiniz? Tavsiye edermisiniz....

    YanıtlaSil
  2. Tabii ki tavsiye ederiz. Ancak kaldığımız yerin adını hatırlamadığım için tarifle olacak. La Paz otobüslerinin bıraktığı yerden yokuş aşağıya inince yolun sonunda köşedeki taş bina,güzel bir bahçesi var, 2 katlı bir yerdi. Birinci katta 3 oda, 2. katta ise 1 büyük oda vardı, hatırladığım kadarı ile.
    Karşısında ise kocaman otel yazısı ile göze çarpan 3-4 katlı bir otel vardı.

    Burayı bulamasanız bile aşağıda sahil tarafındaki hostel/otellerde kalmanızı öneririz. Fiyatlar da gayet makuldu

    YanıtlaSil