1 Ocak 2010 Cuma

Less is more! Ya da koca bir kafa karışıklığı, Küba!


22-29 Aralık 2009
Hayatımı iki yarıya ayıracak olursam zamansal olarak ikinci yarının başından itibaren hep Küba’ya gelmek istedim, çok belirgin bir nedeni olmaksızın. Çokça sosyalizmin kalan son kalesi olmasından ötürü romantik duygularla, biraz Latin jazzını yerinde dinleme isteğinden, biraz ada olmasından, biraz da her şeye olan uzaklığından, bu dünyada ama değilmiş havasından ötürü. Herkese kafa tutan, nanik yapan halinden. Fidel ölmeden mutlaka Küba’yı görmeliyimcilerdendim. Sonunda üstelik de hayatımın ilk business yolculuğu ile Kübaya geldim –Yılbaşı ve Noel öncesinde uçak bileti hele ki makul fiyatlar içerisinde bulmak neredeyse olanaksız, olanaklı olunca da böyle Business sonuçlar doğurabiliyor, gelimselseniz en az 6 hafta önce biletinizi almak ve yer ayırtmak kurtarıcı olacaktır- Peki, aradığımı bulabildim mi, ne arıyordum ki? Çok zor iki soru oldu her ikisi de.

Öncelikle Küba’yı en azından gördüğüm kadarı ile Havana’yı sevdim, bana İstanbul’u , özellikle Karaköy ve Tünel’i hatırlattı, zaman zaman Beyoğlu’nun kayıp sokaklarında dolaşıyorum hissine kapıldım. Bir süredir denize kıyısız şehirlerde dolaşmanın verdiği, denizsizlik hissiyatından sıyrılmak için de iyi geldi, karayip denizine karşı uzun uzun yürüdüm, kendisi tarafından fena halde ıslatıldım. (dalgalara çok tikkat etmek gerekiyor, anlık bir dalgınlığınızda benim gibi donunuza kadar ıslanmak gayet olası)
Herkesin bambaşka bir hikaye anlatabileceği Havana ve Küba, benim için kocaman bir kafa karışıklığı ile başladı, öyle de bitti. Yollarda, en azından başlangıç anında kitaplara bağımlı yaşayanlardanım, şehri öğrenebilmek için bilgi toplamam gerek, sonra her ne kadar bu bilgileri bir kenara bırakıp kendi keşfettiğim yollardan yürüsem de, ilk etapta bilgi eşittir güç benim için. Cancun havalimanında internetin çalışmayışı, Küba’da ise zaten olmayışı-olanların saati 12 euro civarı- ve ellerinde olan tek kitabın İtalyanca olması sonucu Küba’ya beş sıfır yenik başladım. Sıradan her şey hakkında, sıfır enformasyon. Hangi otobüse binilir bilmiyorum hangi dolmuş bilmiyorum, turistler halkın kullandığı parayı kullanabilir mi, önceden okuduklarımdan bir fikrim var o kadar. Bir de kalacak yer sorunu var tabi, niyetimiz Havana’ya inince dolaşarak bir yerler bulmaktı, bir tane de not defterime kaydettiğim adres vardı. Sevgili uçağımız yaklaşık 3 saat rötar yapınca not defterim kurtarıcımız oldu, ertesi sabah dolaşırken de fark ettik ki, şehri gezerek bir yer bulma diye bir alternatif yokmuş, ev pansiyonculuğu gibi bir sistem işliyor ancak bu pansiyonları bilmeniz lazım ki gidebilesiniz, dışarıdan bakınca hiçbirinde tabela vs yok.

İlk gün bilgisizlik ancak benim öğrenmeliyiiim takıntım yüzünden, şehrin en güzel bölgesinde konuşlanmış olan sevgili konsolosluğumuza gittik. Haliyle çok şaşırdılar, hatta henüz yeni gelmiş olan konsolosluk görevlisi nazik insan “Küba da çok enteresan şeyle karşılaşacağım söylenmişti ama sizin kadarını hiç beklemiyordum” diyerek duygularını da açıkça ifade etti. En azından dolmuşlara ve otobüslere binebileceğimizi, - yasak da olsa-turist parasının yanı sıra, Kübalıların kullandıkları parayı da kullanabileceğimizi öğrendik, bir iki market tiyosu aldık ve 24 saat arayabileceğimizi de söyledikten sonra kapılara kadar uğurlanarak konsolosluktan ayrıldık, sanırım bundan sonra her yeni ülkede önce konsolosluğa gideceğiz, çok eğlenceli oluyor.

Sadece 7 gün kaldığımız Küba’da ne sistemi ne de insanların hoşnutluk ya da hoşnutsuzlukları konusunda ahkam kesebilecek durumda değilim, hemen hemen kimseyle tanışmadık, dolayısı ile insanlarla uzun sohbetler etmiş değiliz, bir iki taksi şoförü harici birincil elden fikir alma şansımız olmadı. Ama gözlemlerimize dayanarak söyleyebilecek şeyler var. İlk birkaç gün kaldığımız yerde yemek yapmak istediğimiz için-malum biz bütçeli bir yolculuktayız- market ve pazar ziyaretlerimiz oldu.

Marketler için yaklaşık 20-35 civarında farklı ürünün yer aldığı orta boyutlu bakkallar diyebilirim. Pazar ise, 5-6 çeşit sebzeden fazlasının yer almadığı, neredeyse tamamının kötü durumda olduğu ve bu kötü durumdaki sebzeler için insanların ciddi bir mücadele verdikleri bir yer diyebilirim. Bizim aldığımız papaya ve muzlar olmamış çıktı, belki bu şekilde bir kullanımı vardır ancak Küba mutfağına aşina olmadığımızdan kendilerini kullanamadık. Pazarlar oldukça ucuz, marketler ise turist olarak bize ucuz gelse de Kübalılar için o kadar da ucuz değiller. Ekmekler ise çok lezzetli +ucuz ve esasen karne ile verilmesine karşılık, biz her gün sorunsuzca aldık. Sanırım Küba’da hafif çapta bir gevşeme durumu hakim.

Eski Havana sokakları yavaş yavaş bir restorasyondan geçmeye başlamışlar, bir sokak yepyeni, birkaç adım sonra tekrar yıkık dökük binalar. Alışık olduğum Küba görüntüsü yıkık olanlar olduğundan diğerleri biraz eğrelti dursa da, güzel göründüğünü itiraf etmeliyim.

Dışı yenilenmiş içi ise aynı yıkıklıktaki binalarsa – evlerin kapıları genelde açık ve başınızı içeriye doğru hafifçe uzattığınızda boyası kalkmış dahası yıkılmış duvarlar ve eskimişlik gayet rahat görülüyor-, , aslında Küba’yı tarif ediyordu. Turistlere şirin gözükelim ve bu sırada onlardan mümkün olduğunca para toplayalım, bizimkiler ise dışarıdan bakınca havalı duran içi ise ne önemi var evlerinde oturmaya devam etsinler ve asla gidemeyecekleri hemen yanı başlarındaki lokantalara bakıp iç geçirsinler ama en azından bunu hepsi birlikte yapsın. Bu kısım önemli, dünya da sefaletin olmadığı tek bir ülke sayamayız ama Küba’da en azından her şey gibi sefalette ortak.

USA’ya karşı aslanlar gibi direnen Küba en azından Havana’da çoktan Ruslar, Hollandalılar, Fransızlar, Almanlar, İspanyollar ve araya karışan Amerikalılara teslim olmuş durumda. Bu iyi bir şey mi, kötü mü bilmiyorum. Turistler için bir şehir yaratırken kendi halkını unutmak, bir yandan da turizmi elini ayağına dolaştırmak. Halen-en şık yerlerde bile- meyve suyunu kutuyla getirmeye devam edebiliyorlar mesela.
Bütün bunların yanı sıra çok seksi bir şehir Havana, nerdeyse bütün erkekler ve kadınlar çok güzel, çok iyi vücutlu ve çok az giyimli. Meksika’daki tipsizlerden sonra etrafa bakmaktan nerdeyse şaşı olacaktım.

O kadar paragraf yazdım, halen bilmiyorum Küba hakkında ne diyebilirim. Fidel ve arkadaşları kuşkusuz iyi bir şey yaptılar ama filmin devamını ne kadar iyi kotardıkları biraz şüpheli, tamamen şüpheli diyemiyorum çünkü 1000 kişiyi kurtarmak için geri kalan 10 milyonu feda etmek çok daha insafsız olurdu. Ama bu şekli ile de çok insaflı gözükmüyor.

Biz turist olarak ilk 2 gün iletişim eksikliğinden kaynaklanan toplu taşıma dışında bir sorun yaşamadık, dolmuşlara binmeye çekinme durumu 3 gün itibarı ile bütün otobüslere dahi rahatça binmeye dönüştü. Kimse kimin neyi kullandığını takmıyor ama başlangıçta ufak bir gerginlik yarattığını itiraf etmeliyim. Sosyalizmin ağır havası zaman zaman şehrin üzerinde hissedilse de, genel hatları ile rahat bir şehir Havana. İnsanlar sokaklardalar, sahilde geçler diğer tüm ülkelerin gençleri gibi dans ediyor, müzik dinliyor ve öpüşüyorlar. Şehrin her köşesinde sinema ve her sinema da Amerikan filmleri olmasından ötürü genç arkadaşların büyük kısmı Amerikan filmlerinden çıkmış tiplere benzemekteler, Fidel’in istediği bu muydu pek emin değilim.

Sonuç olarak gerçekten de Küba’yı anlamak için 7 gün yetersiz bir süre, tek bir şehirde takılmak da. Ama biz sevdik, tavsiye ederiz, seyahat acentesi ile gelin, ama sınırlarınızı zorlayarak gezmeyi deneyin deriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder